Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof Dr. Şeref Ateş, Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nde “Yunus Emre ve Dünyada Türkçe” başlıklı bir söyleşiye katıldı.
Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nde 21 Haziran 2021 tarihinde “Yunus Emre ve Dünyada Türkçe” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirildi. Söyleşiye katılan Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş, Yunus Emre’nin dünya tarihindeki yeri, Yunus Emre felsefesinin Yunus Emre Enstitüsü ve kültür diplomasisindeki etkisi hakkında konuştu.
Program boyunca Enstitinün temellerini aldığını Yunus Emre’nin felsefesinden bahseden Prof. Dr. Ateş, konuşmasına şöyle başladı:
“Yunus Emre Enstitüsünün faaliyetlerini anlatmaya başlamadan önce Yunus’un özüyle başlamak lazım. Yunus ilimle ilgili olarak ‘İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir.’ der. Dolaysıyla insanın hayat ile ölüm arasında geçen serüveni, tüm hayatı boyunca kendini tanımak için uğraşır. Dolaysıyla her birimizin hayatı, kariyeri, yaptıkları, ettikleri kendini tanımak için geçirdiği süreci anlatır. Yunus Emre Enstitüsü, 2009’da kurulduğunda temel amacı, bu dönemde, Türkiye’yi, Türk dilini, anlayışını, tarihini, sanatını, medeniyetini anlayışını dünyayla buluşturmak, Türkiye ile dünya insanları arasında bağ kurmak olan bir kamu vakfı. İcra içinde faaliyetlerinin planlaması ve yürütülmesi de Yunus Emre Enstitüsü tarafından gerçekleştiriliyor. Bu sene Yunus Emre yılı ilan edilmiş olması bizim için çok kıymetli. Bir taraftan UNESCO, Yunus Emre’nin vefatının 700. yılı münasebetiyle Yunus Emre yılı ilan etti. Diğer taraftan Cumhurbaşkanımız, bu yılı, ‘Türkçe ve Yunus Emre Yılı’ ilan etti. Dolaysıyla biz bu yıl daha çok çalışıp, Anadolu’dan çıkan bu fikir ve düşünce insanını, hem kendimizi için daha yakinen tanımak hem de dünyaya tanıtmayı hedefliyoruz. Bir de Yunus ile örtüşen bir yıl. Çünkü Yunus’un yaşadığı dönemde, özellikle Anadolu, bu topraklar çok zorluklar çekmiş. Bir taraftan Moğol istilaları, diğer taraftan Selçukluların beylikler hâlinde birbirleriyle mücadelesi, diğer taraftan Haçlı Seferlerinin devam ediyor olması dolaysıyla Anadolu’da kültürel bir çöküş, bir yozlaşma yaşanmış. Bu dönemde Yunus bir taraftan ilim kariyeri yapıyor, diğer taraftan da kendisini tanıma süreci var.”
CAN FELSEFESİ TÜM YARATILMIŞLARI KAPSIYOR
Prof. Dr. Ateş Yunus Emre’nin Anadolu topraklarının her döneminde güncelliğini koruduğunu ve yaşadığı çağda yeni bir akım başlattığını şöyle dile getirdi:
Prof. Dr. Ateş: Yunus, Batı’dan çok daha önce insan sevgisini hümanizmin bir derece üstüne çıkarmıştır. Çünkü hümanizmin temelinde ‘homo’ yani insan vardır, insanı temeli alır. Ama Yunus bundan bir derece ileri gitmiştir. Yunus’ta can felsefesi vardır. Can felsefesi insanla sınırlı değildir bütün yaradılmışı sevmektir. |
“Yunus hakkında ilk eserlerdendir Abdülbaki Gölpınarlı’nın eseri. Yunus birçok dönemde 700 yıldır Türkiye topraklarında gerek Osmanlı’da gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nde sürekli gündeme gelmiş. Ama malumunuz tarihi bir kişilik olduğu için, bakanın, araştırıcının kendi perspektifi önemli. Ben de Yunus Emre Enstitüsünde görev yapan bir kişi olarak, akademik birikimine baktığımda gördüğüm, Yunus Emre’nin ‘Anadolu Rönesansını’ başlatmış olduğudur. Yunus, Batı’dan çok daha önce insan sevgisini hümanizmin bir derece üstüne çıkarmıştır. Çünkü hümanizmin temelinde ‘homo’ yani insan vardır, insanı temeli alır. Ama Yunus bundan bir derece ileri gitmiştir. Yunus’ta ‘can felsefesi’ vardır. Can felsefesi insanla sınırlı değildir bütün yaradılmışı sevmektir. “
Yunus Emre’nin sadece Anadolu’yu değil bütün dünyayı etkilediğini belirten Prof Dr. Ateş, “Yunus 700 yıl boyunca sadece Anadolu’yu ve Türkleri etkilememiş, aynı zamanda Batı’yı da etkilemiş. Tarihi kaynaklara baktığımızda bir tarafta o dönemde esir düşen Macar askerinin ya da bir Macar gencinin Yunus şiirlerini Latinceye aktardığı biliniyor. Aynı şekilde Erasmus, Roterdam’da bile Yunus’un izlerini görmek mümkün. O yüzden Yunus, çağın ötesinde kendini aşan bir kişilik. Peyami Safa’nın dediği gibi ‘Yunus dünün şairiydi, bugünün şairi, yarının da şairi.’ Dolaysıyla zaman ve mekân ötesi, coğrafya ötesi bir kişilik. Bu açıdan, bizim açımızdan çok kıymetli.” dedi.
YUNUS’UN FELSEFESİ ÇAĞIMIZDAKİ SIKINTILARA DA ÇARE
Yunus Emre’nin kendi döneminde de çok sıkıntılı bir süreç olduğunu, şu anda yaşadığımız süreçte de büyük sıkıntılar yaşandığını ve Yunus’un anlayışının bu nedenle çok kıymetli olduğuna değinen Prof Dr. Ateş açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Bu çağda doğmuş bir gencin kendisini ortaya koyabilmesi için büyük zorlukları var. Yunus bütün bunları birleştiriyor. Çünkü birlik düşüncesi dediğimiz, vahdet dediğimizde, içerisinde çokluk var ama çokluk içinde de birlik var. Farklılıklar var ama hepsinin işaret ettiği tek bir şey var. Bütün hepsini can olgusu konuşur. Bu anlamda bakıldığında Yunus zamanın ötesinde. Diğer bir konu ise o dönemde yozlaşan din anlayışıyla Yunus mücadele etmiştir. Bu da yenilikçiliktir esasında. Ben gördüğüm kadarıyla Kuran’ın Türkçesidir Yunus. Yunus Emre Enstitüsünde biz bunu gündeme getiririz. Kültür, sanat ve anlayış deriz. Türk insani ile yabancı insan arasında bağ kurmak.” |
“Yeniden nefes alamama; bunun sembol olarak kullanıldığı çağımızda, bir tarafta KOVID’den bir taraftan Amerika’daki protestolardan da bildiğimiz üzere, insan birey olarak çağımızda hakikaten zor bir durumda, nefes alamıyor. Eşitsizlik, adaletsizlik, savaşlar… Bu çağda doğmuş bir gencin kendisini ortaya koyabilmesi için büyük zorlukları var. Yunus bütün bunları birleştiriyor. Çünkü birlik düşüncesi dediğimiz, vahdet dediğimizde, içerisinde çokluk var ama çokluk içinde de birlik var. Farklılıklar var ama hepsinin işaret ettiği tek bir şey var. Bütün hepsini can olgusu konuşur. Bu anlamda bakıldığında Yunus zamanın ötesinde. Diğer bir konu ise o dönemde yozlaşan din anlayışıyla Yunus mücadele etmiştir. Bu da yenilikçiliktir esasında. Ben gördüğüm kadarıyla Kuran’ın Türkçesidir Yunus. Yunus Emre Enstitüsünde biz bunu gündeme getiririz. Kültür, sanat ve anlayışı deriz. Türk insani ile yabancı insan arasında bağ kurmak.”
İnsan arasındaki bağları kültürle kurulduğunu dile getiren Prof. Dr. Ateş şunları söyledi:
“Bağı nasıl kuracağız? Kültürle… Kültür nedir? Kültürün bilimden farkı vardır. Kültür davranışa yansır, ‘yaşam tarzıdır.’ Bunu belirleyen, temel özellikler var. Biz bunu düşünce, davranış, duygular ve dil olarak tanımlıyoruz. Bu dört şey, kültürümüzü belirliyor. Düşüncenin içerisinde okuduğumuz şeyler, öğrendiklerimiz. Ama diğer taraftan duygularımız var. Yunus bu ikisini harmanlamış ve gönül demiş. Gönül ile aslında Allah’ın insanın kalbinde kendini göstermesini ifade ediyor. Dolaysıyla her sözü slogan gibi bugüne gelmiş. Yunus Emre’yi basit anlamda yabancı dillere tercüme ettiğimizde sıkıntı yaşıyoruz. Çünkü basit bir tercümede anlaşılmıyor. Çok derin anlamları var. Dolaysıyla bunları nasıl aktaracağız? Yunus’ta kültür boyutu var. Din ‘Bu böyledir’ der. Dinin tarzı, Kuran’ın tarzı pedagojiktir. Allah kelamı olduğu için direkt söyler. Her çağda o Kuran farklı şekilde yorumlanır. Yunus ise hem kendi çağında, hem de bugüne kadar gelmiş farklı bir Kuran yorumudur. Kuran’ı kültür halinde getirmiştir. Kültür nedir? Yunus, günlük hayatta yaşam standardı olarak Kuran’ı bize aktarmıştır. O nedenle çoğu anlamayan kişi onu reddetmiştir. Yunus kendi içerisinde de bu reddiyeyi de dile getirmiştir. Molla Kasım figürü, ya da anlatılan kişi, öyle bir kişi var mıdır, yok mudur bilinmez, Yunus Molla Kasım’a da söz vermiştir. Ona da ‘Lafı eğip bükme, bir Molla Kasım çıkar, seni eleştirir’ anlamında söz söyler. Dolaysıyla bu Yunus’ta çok kıymetlidir.”
Yunus Emre’nin Kuran’ı aktarırken hayatı dört kapılı bir süreç olarak tanımladığını belirten Prof. Dr Ateş, Yunus’un düşüncesini şöyle ifade etti:
“Bir taraftan kendi içinde Kuran’ı aktarırken, bir kapı metaforu sembolü vardır. Dört tane kapı olarak belirler hayattaki süreci: Bunlar şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapısı… Aynı zamanda insanın psikolojik gelişimini yedi basamakta ifade eder. Psikoloji biliminde de üzerinde durulması, çağımızda yorumlanması gereken; nefs-i emmare dediğimiz bir nefis var;. Her şeyi kendisinin zanneden, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zanneden, dolaysıyla her şeyde kendini hak sahibi olarak gördüğü, daha çok madde biriktiren nefis. Sonra nefs-i levvame mertebesi; insanın reddiye iç çelişkilerle dolu bir aşamaya gelmesi. Üçüncü aşama “nefs-i mülhime” aşamasıdır; yavaş yavaş ilhamlar gelir. O nedenle şairler, yazarlar, düşünürler mülhime aşamasında yazmaya başlar. Bu süreç devam ederken bir sonraki aşamada nefsi mutmaine; mutmain olmuş, rahatlamış bir nefis. Daha çok sonsuzluğa erişmiş. Daha üstünde “nefs-i raziye” ve “nefs-i merziye” dediğimiz; senin Allah’tan razı olduğun, Allah’ın da senden razı olduğu mertebeler… Ama bütün bunlar Kuran’dır. Onun için Yunus’un her bir sözü, bizim Enstitüsü olarak aldığımız temel sözlerdir”.
“YUNUS EMRE’NİN FELSEFESİ KÜLTÜR DİPLOMASİNİN ÖZÜNDE VAR”
Yunus Emre’nin felsefesinin çağımızın kültürel diplomasinin özünü teşkil ettiğini ancak kültür diplomasinin bütünsel olarak bu aşamaya gelemediğini belirten Prof. Dr. Ateş şöyle konuştu:
“Kültürel diplomasi 2000’li yıllarda ancak başlayabilmiştir. Ama Yunus Emre 1300’lü 1400’lü yıllarda, diyor ki “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım. Sevelim Sevilelim. Dünya kimseye kalmaz.” Bu dörtlük bugün çağımızdaki kültürel diplomasinin temel dörtlüğüdür. Kaldı ki kültürel diplomasi bu kadar ileri gidememiştir. Yunus’un bu sözüne baktığımızda o da Kuran ayetidir. Allah Kuran’da “Biz insanları kavimler ve milletler halinde yarattık ki birbirleriyle tanışsınlar” diyor. Yunus onu Türkçeleştiriyor ve kültür diline aktarıyor. Yani günlük dile aktarıyor dolaysıyla herkes biliyor. Peyami Safa’nın dediği gibi Yunus sadece dünün değil bugünün ve yarının da şairidir. Yunus bu coğrafyayı ciddi bir şekilde etkilemiştir. Yunus tarzında yazanlar olmuştur. Sadece Osmanlı dönemi ve büyük aşıklar değil, Cumhuriyet döneminde de baktığımızda Aşık Veysel’in tarzı da Yunus’tur. O da toprağa iltifat eder. Toprakla konuşur. Ya da Nazım Hikmet şiirlerine baktığımızda onda da o sadelik vardır.” |
“Kültürel diplomasi 2000’li yıllarda ancak başlayabilmiştir. Ama Yunus Emre 1300’lü 1400’lü yıllarda, diyor ki “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım. Sevelim Sevilelim. Dünya kimseye kalmaz.” Bu dörtlük bugün çağımızdaki kültürel diplomasinin temel dörtlüğüdür. Kaldı ki kültürel diplomasi bu kadar ileri gidememiştir. Yunus’un bu sözüne baktığımızda o da Kuran ayetidir. Allah Kuran’da “Biz insanları kavimler ve milletler halinde yarattık ki birbirleriyle tanışsınlar” diyor. Yunus onu Türkçeleştiriyor ve kültür diline aktarıyor. Yani günlük dile aktarıyor dolaysıyla herkes biliyor. Peyami Safa’nın dediği gibi Yunus sadece dünün değil bugünün ve yarının da şairidir. Yunus bu coğrafyayı ciddi bir şekilde etkilemiştir. Yunus tarzında yazanlar olmuştur. Sadece Osmanlı dönemi ve büyük aşıklar değil, Cumhuriyet döneminde de baktığımızda Aşık Veysel’in tarzı da Yunus’tur. O da toprağa iltifat eder. Toprakla konuşur. Ya da Nazım Hikmet şiirlerine baktığımızda onda da o sadelik vardır. Ağaçla konuşur, ağacı konuşturur. Bu yüzden Yunus Emre bizim için büyük bir değer, evrensel bir değer. Bu değeri bu sene yeniden hatırlamak, yeniden o katmanlarını o derinliklerini idrak etmemiz gerekiyor. İnsanın temel amacı bu. Çünkü bütün tabiat birbiriyle bağlantılı bir şekilde. Dolaysıyla bir yerde yaptığınız bir kötülük başka bir yerde etki bırakıyor.”
YUNUS, İNSAN OLMAYA GİDEN YOLU EN SADE ŞEKİLDE ANLATIR
Yunus’un dört kapısının her birinde 10 tane makam vardır. İnsanın temel amacı neden sorusunu sormaktır. Yunus kendisine de sorar: Yunus sen bu dünyaya neden geldin? Öğretici ise pedagojik olarak da çok anlamlı. ‘Sordum sarı çiçeğe, annen baban var mıdır?’ dilimize düşmüş bu şiirde de öğretici bir çiçektir. Sembolik bir çiçek değil, gerçekten o çiçekle konuşuyor mu? Yunus kendi içerisinde de o farklı rolleri aslında psikolojik olarak yaşadığı için bunu farklı şekillerde aynı eserin içerinde dile getirmiştir. Dolaysıyla eleştirileri de o şekilde görmek lazım. Özellikle güzel konuşma ve hitabetin içinde riya ve kibir vardır. O nedenle çok sade konuşur. Baktığınız zaman o kadar çok eleştirisi vardır ki hayatı anlamlandırırken, hayatla ölümü bir olarak değerlendirir. Doyasıyla insan annesinden doğduğu zaman beşer olarak doğar, sonra bu süreci yaşar, kendinden doğar insan olur. Her doğan beşer, insan olarak ölmeyebilir. Dolaysıyla insan olarak ölebilmek için Yunus bize bu makamları, bu içsel tekamülü ve gelişmeyi öngörmüştür. Bunları da çok basit, sade, yaşamın içerisinde, buradaki felsefe olarak da bakıldığı zaman yaşadığı döneme her şeyin güç olduğunu görür. İşte hitabet, mevki, makam bir güç. Hatta hocalarla ilgili, ‘Kendisini peygamber yerine koyan hocalar bu halka ağır geldi.’ der. Yani halkın üzerindeki baskının sebebini hocalarla ilişkilendirir. Bu kadar eleştirel bir bakış Hıristiyanlık’ta yok. Hıristiyanlık’taki temel sorun kilisenin dinde otorite olarak insanın içine ve dışına karışmasıdır. İslam’da bu tehlike her zaman vardır. O nedenle dilimizdeki Yunus’un iki virdi vardır. Birincisi ‘Ben bilmem’ virdidir. İnsanın içinde düşünce, duygu, dil ve davranışa alakalı bu zamana kadar aldıklarımızı ‘ben bilmem’ virdiyle boşaltacağız. İkincisi de ‘La havle vela kuvvete illa billahil aliyil azim.’ virdidir. Yani bütün güç sende değil. Ekranın karşısına geçtiğimizde kendimizde bir güç vehmedebiliriz. Güzel konuştuğumuzda ya da makam, mevki ve para sahip olduğumuzda kendimizde bir güç olduğunu düşünebiliriz. O yüzden devamlı olarak bu güçten arındırılmak gerekir. Bu makamlardan, özellikle hakikat makamının ulaşılması gereken iki kapısı, seviyesi vardır. Birinci seviyesi ‘72 millete aynı nazarla bakmak.’ O yüzden kültürel diplomasi bunu başka bir planla yapar. Aslında başka bir planı vardır ancak insanlara sempatik görünerek insanların güvenini kazanır. Oysa Yunus’ta ise ‘72 millete aynı nazarla bakmak’ farklı dillere sahip, farklı coğrafyalarda bulunan insanlara kendin gibi görmen gerekiyor. Dolaysıyla Yunus Emre Enstitüsü olarak bizim temel amacımız bu tür insanları yetiştirmek; gittiğimiz yerlerde, gittiğimiz insanlara bunu yaşatmak.”
YARATILMIŞ OLAN HER ŞEYE GÜVEN VERMEK
İkincisi de Yunus’ta çok önemlidir. Yine insan hakları açısından çok önemli bir makam. Yine dünya içinde yaratılmış olan her şeye güven vermek diye bir makam vardır. Mesela biz kadın hakları, çocuk hakları gibi konuları tartışıyoruz. Her bir konuyu adeta ruhundan arındırarak spesifikleştiriyoruz. Dolaysıyla bir taraftan da birbiriyle çakıştırıyoruz. Demokrasilerde Hegel’den bu yana gelen ‘tez, anti-tez’ modeli vardır. Yunus bunun kaldırıyor: ‘Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için.’ Çünkü dava dediğinizde tezin antitezi var. Siyaset dediğinizde onun karşıtı var. Çıkar dediğinizde karşıt çıkar var. Buradaki temel dava; yaratılmış olan her şey sizden güven duyacak, Yunus bu mertebelerle uğraşmış. Çok felsefi çok derin olmasına rağmen çok basit bir Türkçeyle ifade etmiş. Dolaysıyla Türkçeye de bunları kazandırmış: ‘Can kulağıyla dinlemek’, ‘Can gözüyle görmek’ gibi tabirler Yunus Emre’dedir. Yaşadığı dönemde Arapça ve Farsça, hem diplomasinin hem siyasetin, o dönemin edebiyatını diliyken o, Türkçe olarak bütün bunları söylemiş. Türkçeye büyük bir zenginlik ve ifade gücü katmış. Özellikle dil ve dille ilgili düşünceleri de çok kıymetli ki bunlar da Kuran’dan gelmektedir.”
VATANI VATAN YAPAN KÜLTÜRDÜR
Anadolu topraklarının Yunus Emre gibi düşünürlerle yoğrulduğunu ve bu sayede vatan olduğunu dile getiren Prof. Dr. Şeref Ateş, “Vatanı asker korur ama vatanı vatan yapan kültürdür. Yoksa bir toprak bir paçısıdır, kültür ona ruh üfler. Allah insanı yarattıktan sonra ona kendi ruhundan üflemiştir. O ruh dediğimiz şey mana. Dolaysıyla biz maddeci olarak düşünemeyiz. Yunus da bu maddeciliğe karşı çıkmıştır. Bu maddecilik isterse ilim adı altında gerçekleşsin.” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesinde Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş ile yapılan söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz: